Wednesday, December 31, 2008

Mavilla'nın Dengesizlik Alanları

21 Kasım-17 Aralık 2008 tarihleri arasında Marco Mavilla'nın Dengesizlik Alanları başlıklı resim sergisinin organizasyonunu Bilkent Üniversitesi Kütüphane Sanat Galerisi'nde gerçekleştirdik.

Marco Mavilla'nın özyaşam öyküsüne baktığımız zaman;
"1941 de Floransa’da doğdu. Ressam heykeltıraş ve yazar. Eserleri Italya Avrupa ve A.B.D’de önemli kamu ve özel koleksiyonlarda bulunmaktadır. Kitaplarından bazıları Floransa Merkez Milli Kütüphanesi, Luxemburg Milli Kütüphanesi, Yeni İskenderiye Kütüphanesi nde ve İsviçre Castagnola Schlesinger’inde bulunmaktadır"

Kısa özgeçmiş bilgisinden sonra, Mavilla'nın resimleri hakkında gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum;

Bach’ın Brandenburg Concerto No.1 F Major BWW 1046 eşliğinde, Mavilla'nın gerçeküstü yaklaşımlarıyla; mekanlara, insan ruhuna ve bedenine farklı anlamlar yüklediğini hissettim. Sonra sahip olduğumuz yeteneklerimizi ve kabiliyetlerimizi tek bir çatı altında toplayıp, sentezler sunabilmek, bizlere farklı derinlikler kazandırabileceğini derinden algıladım. Gözlemlediğim kadarıyla, Mavilla da hem yazarlık hem de heykeltraşlık yönünü sentezleyerek, bizleri resimlerinde şiirsel bir yolculuğa çıkarmıştır.

Kolaj tekniği ile yakından ilgilendiğim için Mavilla'nın resimlerini teknik açıdan da inceledim; Genelde kullandığı malzemeler; Kireç üzerine akrilik, tuval üzerine bakır ve altın varak, tuval üzerine yağlıboya, mermer tozu, kireç üzerine yağlıboya, tuval üzerine altın varak, kireç üzerine akrilik ve balya tuval üzerine bakır kullanıyor.

Sonuç olarak, sergi organizasyonunun bir parçası olmak, sergi akış planını adım adım yaşamak, eleştirsel boyutu hissetmek, yorumlamak ve anlamlı sohbetler içerisinde varolmak beni huzurlu kıldı.

Friday, December 26, 2008

Cihat Aral'dan Yaşamın Yansımaları



22 Aralık 2008-14 Ocak 2009 tarihleri arasında, Bilkent Üniversitesi Kütüphanesi Sanat Galerisi'nde Sayın Cihat Aral'ın resim sergisini ziyaret edebilir, "çöp insanları", "savaşın yıkımlarını","bayraklarını bırakıp gittiler" ve "dayanışma" temalı resimleri keşfe çıkabilirsiniz. Serginin kendine ait, sihirli bir kompozisyon yapısı var; Ahenkli bir denge içerisinde, her bir resim kendine özgü kimliği ile, ışığı ve gölgelendirmeleriyle bizlere farklı bakış açılarını ve ruh hallerini sunuyor.


"1943 doğan Cihat Aral, 1964–1969 yıllarında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim bölümünde eğitim gördü. İlk kişisel sergisini, 1970 yılında Taksim Sanat Galerisi`nde açtı. Sanat alanında ihtisas yapmak üzere devlet burslusu olarak Fransa`ya gönderildi. 1974`te İDGSA Resim bölümüne öğretim görevlisi olarak atandı. 1979`da Görsel Sanatçılar Derneği Başkanlığı`na seçildi. 1999`da profesör oldu. 2003–2004 yıllarında MSÜ İstanbul Resim Heykel Müzesi Müdürlüğü yaptı. İstanbul, Paris, Ankara, İzmir, Kopenhag`ta 21 kişisel sergi gerçekleştiren Aral, birçok karma sergiye katıldı."

Sergi organizasyonumuz sayesinde Sayın Cihat Aral ile tanıştığım için huzurluyum.

Saturday, December 20, 2008

Denizin Üstünde Uçuşan Perilerin Işıltıları Eşliğinde Kaş

Gökyüzü ile denizin birbirini keşfettiği, denizin üstünde uçuşan perilerin ışıltıları eşliğinde, liman kasabası, Likya’nın önemli kentlerinden olan, Kaş'a çocukluğumdan itibaren toplam üç kere gitmişim; Birincisi ailecek gittiğimiz dönem, ikincisi, uzaklarda olan çok sevdiğim bir arkadaşımla ve üçüncüsü de dostlarımla... Her birinin kendine ait sihirli anları ve mesajları var. Özellikle bu şekilde bir giriş yapmak istedim çünkü o şiirsel mekanda birlikte olduğum insanlar benim için çok değerliydi. Umarım ilerde tekrar gitme şansımız olur... Şimdi başlayalım denizin üstünde uçuşan perilerin eşliğinde Kaş'ı anlatmaya...

Antalya’dan Fethiye’ye uzanan sahil şeridinde yer alan Kaş’ın hallerini dile getirirken, yasemin kokan sokaklarını ve acıbadem likörünün sihirli tadı ile söze başlayıp, anları sonsuzlaştırmak istiyorum. Kaş’ı keşfetmek için, mümkün olduğu kadar pansiyondan uzak yaşamalısınız, onun için sadece sabah kahvaltısı sunan bir pansiyonda kaldığınızı; Gece uyurken dalga sesleriyle uyuduğunuzu, sabah uyandığınızda da, yatağınızdan denizi göz ucuyla hissettiğinizi düşünün….

Kaş’ın iki farklı yüzü ile tanışmak için berrak ve turkuaz renginin keşfedilmeyi bekleyen derinliklerinde dalışa gitmeyi, Kekova’nın tarih ve doğa güzellikleriyle süslü eşsiz koylarında deniz kanosunun keyfine varmayı, antik kentler arasında yürüyüşlere katılmayı mutlaka yaşamalısınız.. Ayrıca yamaç paraşütünün keyfine varıp, rüzgarın dansını bütün vücudunuzda, ruhunuzda hissetmelisiniz. Şehir temposundan ışık hızı uzaklaşıp, yer ile gökyüzünün çılgınca birleştiği yerde sonsuza kadar yaşamak umuduyla…

Not: Kaş'ta pizzacıda yediğimiz lazanya'nın tadını hiç unutmak istemem. Biliyorum Kaş'a gitmişken balık, kalamar yerine lazanya mı yenir diyebilirsiniz ama mutlaka o yeri bulup denemelisiniz. O güzel mekanı keşfettiğimiz için mutluyum.

Wednesday, September 3, 2008

Yaşam Sadece İşten mi İbaret?

“Yaşam sadece işten mi ibaret?” sorusunu hiç kendinize sordunuz mu? Daha önceden kendinize bu soruyu sormadıysanız, lütfen düşünmenizi rica ediyorum. Yoğun iş akışımızda keyif aldığımız şeyleri hangi düzeyde ve ne kadarını yapabiliyoruz? Ya da yaptığımız zaman o huzurlu, keyifli, eğlenceli anlarla ne kadar bütünleşebiliyoruz? Hobilerimize sahip çıkmak ruhumuza sahip çıkmakla eş değerde olduğunu düşündüğüm için ufak tefek gözlemlerimi ve deneyimlerimi sizlerle paylaşmak istedim;
İşte size klasik bir tanım: “Hobi veya uğraşı, kişinin mesleği dışında boş zamanlarda yaptığı dinlenme, eğlenme amaçlı ve özel ilgi alanına giren işlerdir.” Aslında bu klasik tanımım dışına çıkıp, hobi sahibi olmanın bizlere neler hissettirebileceğine bir göz atalım…

Ahenkli Bir Denge Yaratabilmek

Aslında hobilerimizi, iş akışımızın yoğunluğundan kaçarken mi değerlendirmeye almak faydalı? Ya da hobilerimizi iş akışımızla paralel olarak ahenkli bir şekilde mi devam etmeli? Bence ahenkli bir şekilde devam etmesi fiziksel ve ruhsal açıdan bizlere birçok kazanımlar sağlayacağına inanıyorum. Hafta içi yoğun tempo içerisinde çalışan bir arkadaşım, hafta sonları gruplar olduğu takdirde dalışa gidiyor; Dalış yaşamının bir parçası olduğu için akışa göre ahenkli planlamalarını yapıyor. Sonuç olarak, yaşam akışının dengesinde istediklerini belirli bir dengede yaşamaya ve hissetmeye devam ediyor. Dalıştan geldiği zaman, denizin kendine ait dünyasını benimle paylaştığı zaman sıfırlanıp, boyut kazanırdı. Daha önceden hiç bilmediğimiz canlıların varlığını öğrenmek, dünyaya farklı açılardan bakmak bizi huzurlu kılıyor. Hepimiz hobilerimizle yaşamlarımıza renk katıyoruz. Sonuç olarak, iş akışımızın bize sunduğu zamanlamalar paralelinde hobilerimizi keşfe çıkabilir ve huzurlu anlar yaratabiliriz.

İş Görüşmelerinde Hobi Etkisi

İş görüşmelerinde hobiler ve katıldığınız sosyal etkinlikler önemli bir rol oynadığı hep yazılır ve çizilir. Tercih ettiğiniz etkinlikler ve hobiler sizin yaşama bakış açınız hakkında ipuçları verir. İş görüşmesinde hobileriniz sorulduğu zaman, mutlaka seçtiğiniz ya da tercih ettiğiniz hobileri nedenleriyle anlatın. Sadece bir “hobim” olsun diye, kendinize hobiler seçmeyin. Kendi kişiliğinizle bütünleşebilecek aktiviteler seçmeyi deneyin.

Bir Hobi Macerası = Yeni Bir Meslek Edinme Fırsatı

Kısa bir süre önce, hobi ve meslek edinme amaçlı Gümüş Takı kursuna katılma şansım oldu. Bir atölyede gümüş takı yapmanın, tasarlamanın tekniklerini öğrendik. Ankara Kalesi’nde gümüş takı atölyemizde; her çeşit takı yapmanın tekniklerini öğrenirken, ortaya çıkaracağımız ürünün pazarlamasını ve satışını, beden dilinin önemini, yüzyıllara dayanan takının tarihçesini, yeryüzünde var olan uygarlıkların, takı kavramını nasıl algıladıklarını öğrendik.

Günümüze ait gümüş takı yapımında kullanılan, en son tercih edilen yöntemleri öğrenirken, Gümüş Takı Dünyası’nın iş adamları ve akademisyenleri ile tanışmak, bizleri farklı bakış açıları kazanmamızı sağladı. Takı Sektörü’ndeki en son yenilikleri ve teknolojileri öğrenmek, üniversite bünyesinde konu ile ilgili sunulan bilgiler sentez halinde bizlere sunuldu.

Her Anımız Değerli

Sonuç olarak, sahip olduğunuz hobilerinizi birçok açıdan değerlendirmeye alabilirsiniz. İş yaşamımız, nasıl yaşamımızın her anını birçok açıdan etkileyebiliyorsa, hobinizi de yaşamımıza aynı mantıkta adapte edebilirsiniz. Örneğin, gümüş takı kursu sonrasında işimle paralel olarak bir atölyede çalışmayı ve ilerde kendime ait bir atölye açmayı istiyorum. Bununla paralel olarak, bir web sitesi yapmayı hedefliyorum. Umarım sizler de yetenekleriniz ve kabiliyetleriniz doğrultusunda kendinizi keşfe çıkar ve hobilerle dolu anlarınızın, derinlemesine keyfine varırsınız.

Wednesday, June 11, 2008

ODTÜ'nün Sonbahar Senfonisi

“Her şeyi süpürebilirsin; Sonbaharı süpüremezsin” demiş bir şiirinde Özdemir Asaf. Her sonbahar gelişinde, nedenini bilemediğim bir şekilde, bu mısralar hemen aklıma geliverir. Özellikle ODTÜ’nün Sonbahar Senfonisi ni keşfettikten sonra Özdemir Asaf’ın mısraları hiç aklımdan çıkmıyor.

Her sabah, Eskişehir yolunu kullanmak zorunda olup, işe gittiniz mi ya da sabahları erken saatlerde Dikmen Caddesi’nde dolmuşlarla ve otobüslerle boğuşarak işe yetişmeye çalıştınız mı? Cevabınız “Evet” ise mutlaka benim hissettiklerimi anlayabiliyorsunuzdur. Her sabah, yaşanılan bu telaşenin içerisinde, ışık hızı yol alırken, ODTÜ’nün A1 Kapısı’ndan giriş yapınca sanki Alice Harikalar Diyarı’nda gibi farklı bir dünyaya adım atıveriyorsun. Biraz abartılı oldu biliyorum ama içimden gelen benzetme bu. Neden diye sorarsanız? Çünkü şehir trafiğinden kaçıp, şehrin içerisinde, ormanla karşılaşınca bir anda sahip olduğun enerji boyut değiştiriveriyor; Bir kapının ardından, sarının, kızılın ve kahverenginin, farklı tonlarda geçişlerini ağaçlarda, toprakta görmeye başladığın an, iş yoğunluğu ve trafikte yaşadığın sıkıntılar uçup gidiyor aklından...

Bölümlerin arasında ufak tefek kafeteryalarda; Çatı’da, Denizatı’nda ve Arkabahçe’de ya da Fatoş Abla’nın Kantini’nde, sonbahar yapraklarının toprağı kapladığı yerlerde, toprak kokusu eşliğinde, arkadaşlarınla çay içmek, yemek yemek keyifli oluyor. Bir de unutmamak lazım, şehir yaşamının kendine ait gürültüsünde, hiç duyamadığınız kuş seslerinden de birazcık bahsetmek lazım...

Her gün farklı bir yoldan bölüme ulaşmaya çalışıyorum ve her yolun kendine ait doğal güzelliklerini farkediyorum; ODTÜ’de hangi ağaçlar dikilmiş, çevre düzenlemesi yapılırken nelere dikkat edilmiş, bunların hepsini ayrıntılı bir şekilde incelemek ve değerlendirmek lazım diye düşünmeden duramıyorum. ODTÜ içerisinde gri tonlarda çok fazla bina olmasına rağmen, doğa onu bütün güzelliği ile bütünleştiriveriyor. Önemli olan da bu sanırım. Doğa ile yapıların birbirine uyumlu olması, o alanlarda yaşayan insanların psikolojisini de etkilediğini düşünüyorum.

Keşke Ankara’da çalışma yerlerinin etrafında, yakınlarında, açık ve kapalı;seralar olmak üzere, daha fazla ağaçlandırma ve çevre düzenlemeleri olabilse... İş yaşamının yoğunluğunda ışık hızı yol alırken, sonbaharın kendine ait sihirini de gözden kaçırmayalım.

Sonuç olarak, iş yoğunluğumuzda ışık hızı yol alırken, sonbaharın doğaya yansımasını da gözden kaçırmayalım. Herkesin doğayı algılaması yorumlaması farklıdır ama önemli olan doğanın gücünü içimizde hissedebilmek ve onu yazılarımıza, şiirlerimize, resimlerimize dolaylı ve dolaysız olarak aktarımını yapabilmek ve anlam yükleyebilmek...

Bilkent Üniversitesi Kütüphanesi'nde Dünyayı keşfe çıkmak...

Çeşitli konularda araştırma yaparken, birazcık internettin başından kalkıp hiç kütüphaneye gidip araştırma yaptınız mı? Biliyorum yoğun iş akışımızda, zaman kaybı olmasın diye çoğumuzun tercihi interneti kullanmak ve kolay bir şekilde bilgiye ulaşmak. Kendinize şu an kütüphane ile ilgili birkaç soru sorabilirsiniz: Kütüphanenin tarihçesini biliyor muyum? Hiç kütüphaneye gittim mi ya da gitmeyi düşünür müyüm?
Eğer bir an bile olsa sorularım, sizi düşünmenize neden olursa, bakın size neler anlatacağım…

Öncelikle kitapların tek bir çatı altında toplandığı kütüphanenin tarihçesine bakalım;
“Kütüphane, belli bir sisteme göre düzenlenen kitap ve benzeri materyallerin toplandığı, saklandığı, okuyucu ve araştırmacıların istifadesine sunulduğu yer. Farsçada ev manasına gelen hane ile Arapçada kitaplar manasına gelen kütüb kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen hane-i kütüb (kitaplar evi) isim tamlamasındaki tamlama i'sinin düşmesi ve kelimelerin yer değiştirerek birleşmesinden meydana gelmiş, Kütüphane şeklinde söylenen birleşik bir isimdir.”
“Osmanlılar devrinde mimari açıdan müstakil bir binaya sahip olan ilk vakıf kütüphanesi Köprülü Fazıl Ahmed Paşa tarafından yaptırılan ve Köprülü Fazıl Mustafa Paşa tarafından vakfiyesi hazırlanarak tanzim edilen Köprülü Kütüphanesidir. Şehid Ali Paşa tarafından Vefa'da yaptırılan kütüphane, Atıf Efendi tarafından Süleymaniye civarında yaptırılan Atıf Efendi Kütüphanesi, Nuruosmaniye Kütüphanesi ve Koska'da Koca Ragıb Paşa tarafından kurulan Ragıb Paşa Kütüphanesi de belli başlı Osmanlı kütüphaneleridir.

Cumhuriyet döneminde 1924'te çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu'yla vakıf kütüphanelerindeki koleksiyonlar, 1927'de çıkan kanunla tekke ve zaviyelerde bulunan eserler Maarif Vekaletine (Milli Eğitim Bakanlığına) bağlı kütüphanelere devredildi. Maarif Vekaletine bağlı olarak faaliyet gösteren Kütüphaneler Müdürlüğü 1960'da genel müdürlük oldu. Kültür Bakanlığının kurulmasından sonra bu bakanlığa bağlandı. Günümüzde devlete bağlı ve özel olarak faaliyet gösteren 812 kütüphane bulunmaktadır. Bu kütüphanelerdeki kitap sayısı 10 milyonun üzerindedir. Çeşitli il ve ilçelerdeki yazma eserler, halk ve çocuk kütüphaneleri Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğüne bağlıdır.”

Kütüphanenin tarihçesine kısa bir göz attıktan sonra 1995 yılından beri kütüphane yolculuğuma adım atalım; Kütüphaneye neden mi gidiyorum? Zamanım oldukça kitap raflarının arasında istediğim bilgiyi aramayı, daha önceden görmediğim, keşfetmediğim başka kitapları, yayınları, müzikleri gözden geçirme şansım olduğu için gidiyorum. Bunların hepsini çok kolay internette de yapabiliyorum ama kitapların kendine ait kokusu eşliğinde, farklı dünyaların kitaplarını keşfe çıkmak, sessiz bir kalabalığın içerisinde araştırma yapmak, insanı huzurlu kılabiliyor. Internet’in kendine ait bireysel dünyasında pek yaşayamadığımız bir his; Kütüphanede tanımadığın insanlarla ortak bir paylaşımda sessizliği paylaşmak mükemmel bir duygu diye düşünüyorum. Ayrıca, psikolojik boyuttan baktığımızda, her birey, çevresinde de, kendi benzeri araştırma yapan insanları görmesi, algılaması farklı bir “motivasyon” sağladığını düşünüyorum.

Özellikle Bilkent Üniversitesi’nde okurken hocalarımız kütüphaneye gitmek konusunda bizleri “motive” ederlerdi; Üniversitede okurken hocalarımız bir kitap ya da bir konu üzerine araştırma yapmamızı istediklerinde, hemen kütüphaneye giderdik. Kütüphanede bulunan bilgisayardan önce istediğimiz bilgiye ulaşırdık, daha sonra da o bulduğumuz bilgileri saatlerce kütüphanenin kendine ait sessizliğinde okumaya başlardık, notlarımızı alırdık, fotokopilerimizi çektirirdik. Bu işlem bittikten sonra, yaptığımız araştırma çerçevesinde nasıl bir yazı yazacağımız hakkında plan yapardık.

Üniversitemden mezun olduktan sonra da kütüphaneye gitmek yaşamımım bir parçası oldu ve arkadaşlarımla da gitmeye gayret ediyorum. Hocalarım sayesinde kazandığım motivasyonu arkadaşlarımla da paylaşıyorum. Özellikle sanat konusuna ilginiz varsa, Bilkent Üniversitesi Kütüphanesi’nin Sanat Odası’nı keşfe çıkmalısınız. Sanat Odası keşfinden sonra sanat galerisindeki resim sergisini dolaşma keyfini mutlaka çıkarmalısınız. Ayrıca sergi açılışlarını, sanat galerisi’nde belirli günlerde düzenlenen klasik müzik konserlerini mutlaka dinlemelisiniz. Bunun yanı sıra, Süreli Yayın Koleksiyonu, Görsel-İşitsel Koleksiyon, Müzik Odası, Çevrimiçi Erişebilir Veritabanları, Çevrimiçi Erişebilir Dergiler, Elektronik Kitaplar, Çevrimiçi Kütüphaneler, Dünya Bankasından Yeni Yayınlar bölümlerini incelemeye değer.

Sonuç olarak, Başkentimiz Ankara’nın sahip olduğu Bilkent Üniversitesi Kütüphanesi sayesinde dünyanız değişebilir, hayata dair sahip olmak istediğiniz her türlü geçmişe ve geleceğe ait her türlü bilgiyi tek bir çatı altında keşfe çıkabilirsiniz.

Kaynakça:

http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BCt%C3%BCphane

http://www.tr.net/cgi-bin/sehir_rehberleri/sehir_rehberleri.cgi?sub_list+ankara_006-00

http://library.bilkent.edu.tr

XIX. Yüzyıldan Günümüze Kadar Gelen Lezzet: İnegöl Köftesi

Tarihi M.Ö. 3.000 yıllarına dayanan, etrafı çam, kayın, köknar, meşe, ıhlamur, kestane ve ceviz ağaçlarıyla bütünleşmiş İnegöl’de, hiç İnegöl Köftesi yediniz mi?

Yaz tatillerinde, bayramlarda yolumuz İnegöl’den geçerse mutlaka uğradığımız ve keyifle yemek yediğimiz bir yerden bahsetmek istiyorum sizlere…1934’ten beri faaliyet gösteren Hacı Aziz-Nazmi Mete Köfte Konağı… Neden mi anlatmak istiyorum? Çünkü köfte konağının kendine ait enerjisini keşfetmenizi, hissetmenizi istiyorum. Belki, size abartılı gelebilir ama şehirden uzaklaşıp, küçük ölçekli mekanlarda yemek yediğiniz zaman, keşfettiğiniz lezzetler, sizin ruh halinizi değiştirebiliyor.

Bu keyifli değişim sürecini tam sizlerle paylaşmaya karar vermişken, yıllardır devam eden İnegöl Köftesi Lezzet Macerası’nı birazcık da internet aracılığıyla araştırmak istedim. Bakın karşıma nasıl bir bilgi çıkıverdi? Aslında İnegöl Köftesi; “XIX. yüzyılda Balkanlardan gelen göçmenlerin getirdikleri küçük ızgara köfte, 1930´larda Bursa´da Mustafa Besler tarafından açılan dükkanda "İnegöl Köftesi" adıyla satılmaya başlanmıştır. Bu lezzetli köfte Bursa ve İnegöl ile özdeşleşmiştir.”

Saniyelik bile olsa internetten konu ile ilgili araştırma yapmak, beni farklı tonlarda düşünmemi sağladı ve birden İnegöl Köftesi ile ilgili tanıştığımız yıla geri dönüverdim. Sonuç olarak biz, 1991’den beri, düzenli olmamakla birlikte, köfte konağında yemek yemeğe devam ediyoruz. Yıllar geçtikçe, nadir görüşmelere rağmen, köfte konağı sakinleri ile aynı iletişimde olmak, yarım kalan sohbetlerin, aynı kıvamda hiç bozulmadan devam ettiğini görmek, ışıltıları fark etmek bizi mutlu kılıyor; Beyaz örtülü, diktörtgen masaları olan köfte konağına gelen herkese, çoğunlukla, ismiyle hitap edilmesi, farkındalık yaratıyor. Hani hep bizim iş yaşamında dikkat ettiğimiz bir konudur Ayrıca, herkesin kendine ait tanıtım ve pazarlama yöntemleri vardır; Aile sakinleri, masa örtüsü ve masa için özel kesilmiş camın arasına, köfte konağı ile ilgili, bir yerel gazetede çıkmış haberi yerleştirmişler. Size gösterilen masaya oturduğunuz zaman yazı hemen dikkatinizi çekiveriyor…

Tarifini hiç bir zaman öğrenemediğiniz ya da öğrendiğinizi zannettiğiniz lezzetli İnegöl Köftesi’ni, yumurtalı piyazını, şırasını ve tabi unutmamak lazım salça, kekik, çemen, ceviz karışımı ile yapılmış, ekmeğe sürülüp yenen acılı mezesini de dikkate almak lazım.

Sonuç olarak, günümüzden geçmişe bir yolculuk yaptığımız zaman sadece İnegöl’de İnegöl köftesi yemekle kalmıyoruz ama aynı zamanda da bir zamanlar Hititlerin, Lidyalıların, Perslerin, Makedonyalıların hüküm sürdüğü ve Roma, Bizans İmparatorluklarının güçlerinin hissedildiği mekanlar üzerinde “çok fazla” farkında olmadan, lezzetli yemekler yerken, zamanda farklı bir yolculuğa çıkmış oluyorsunuz.

Kaynakça:
http://www.inegol.bel.tr/kent/kayitdetay.php?sk=1&id=14

http://www.lifeinbursa.com/tarihx/370/18/inegol_koftesi.htm

İda (Kaz) Dağı'nın Eteklerinde Keyif Durakları

Kaz Dağı’nda, Dünyanın ilk güzellik kraliçesi seçiminin yapıldığı mekanın, eteklerinde dolaşırken; Akçay-Edremit-Burhaniye-Ören-Ayvalık-Cunda arası yaşam akışımızdan, ufak sihirli anları sizlerle paylaşmak istiyorum;

Yöresel pazarların keşfi ile başlayıp, lezzetli yemekler yediğimiz ve çeşit çeşit peynir satın aldığımız duraklardan bahsetmek istiyorum;

Kuzey Ege Edremit Körfezi’nde, Kaz Dağı eteklerinde dolaşırken mutlaka Akçay’ın, Edremit’in, Burhaniye’nin, Ören’in ve Ayvalık’ın yöresel pazarlarına mutlaka gitmelisiniz; Akçay’ın pazarı Cumartesi, Edremit’in Çarşamba, Ören’in Cuma, Burhaniye’nin Pazartesi’dir. Öğlen olmadan pazara gitmek, her zaman idealdir. Yiyecek ve giysi pazarları belli bir düzende kurulmuştur. Mekanlar küçük ölçekli olduğu için pazarlar daracık ara sokaklara kadar taşar. Pazarlarda gezmek maksimum 1 ya da 2 saatinizi alabilir. Dinlenmek için meşe ya da çınar ağaçlarının gölgesinde kurulan çay bahçelerinde çayınızı içip, tazecik simitinizi yiyebilirsiniz.

Kaz Dağı eteklerinde, keşfettiğiniz yöresel pazarların çoğunda Radika, Turp Otu ve Börülce ile karşılaşabilirsiniz. Radika’yı, Turp Otu’nu ve Börülceyi haşlayıp, zeytinyağı, sarımsak ve limonla karıştırdıktan sonra keyifle yemeği unutmayın.

Yöresel pazarlarda, sebze ve meyve dışında, her çeşit peynir satılır ama özellikle Burhaniye’de hep bizim uğrayıp lezzetli peynirler aldığımızın yerin adresini vermeden de olmaz diye düşünüyorum; Hüseyin Gediz, Hürriyet Cad. No:6’da. Özellikle Beyaz Peyniri, Keçi Peyniri’ni, İzmir Tulumu’nu tavsiye ederim.

Öğlen ya da akşam yemeği zamanı geldiği zaman, Edremit’in Ömür Lokantası’nda köfte yemeli ve İşkembe çorbası seviyorsanız, mutlaka içmelisiniz. Yemeğin son demlerinde, tatlı yemeği seviyorsanız irmik tatlısını da tatmanızda fayda var.

Akçay'a uğrama şansınız olursa, PTT sırasında Yaban Deri Ürünleri'ne uğrayıp, deri takılara, çantalara ve sandaletlere bakmanızı tavsiye ederim.

Akçay'dan sonra yolunuz Cunda, Ayvalık’a düşerse, mutlaka Bay Nihat&Lale’de balık yemeli, Taş Kahvesi’nde Ada çayı ya da Türk Kahvesi içmeli, Karadeniz Pastanesi’nden Sakızlı Kurabiye alıp yemeli… Kalamar,karides ve ince hamurdan yapılmış pizzalar yemek isterseniz mutlaka Pizza Uno Restaurant’a gitmelisiniz. Pizza Uno Restaurant’a önceden rezervasyon yaptırmak önemli çünkü bazen yer bulamama durumunuz söz konusu olabilir.

Ayrıca, belirttiğim yol haritası çercevesinde mekanlar arasında araba ile gezmek istemezseniz, yerel dolmuşları da kullanabilir, yaşam akışının nasıl olduğunu yakından gözlemleyebilirsiniz. Hatta dolmuşlarda, bir şekilde anlık tanıştığınız kişilerle sohbet ederken, mekanlar hakkında bilmediğiniz yerleri, tatları öğrenme şansınız da olabilir.

Sonuç olarak, umarım bir gün yolunuz Kaz Dağları Etekleri’nde gezme şansınız olur ve keyif duraklarında huzurlu ve keyifli olursunuz.


Ziyaret ettiğim siteler:
URL: http://www.cundada.com/
URL: http://www.burhaniye-oren.com

Tek Başına Değil, Hep Birlikte Proje Yapmak

Bilişim Teknolojileri gündelik yaşamımızın her anında hissedilebiliyor. Geleceğe yönelik olarak hazırlanan ya da hazırlanacak her türlü projenin bilişim uygulamalarından etkilenmesi kaçınılmaz olacağına inanıyorum. Sizlere bu yazımda, Bilişim Sektörü’nde iş görüşmelerinde proje yapmanın, geliştirmenin önemini vurgulayan sorulardan, yaklaşımlardan, deneyimlerden bahsetmek istiyorum.

Sorulara geçmeden önce yazılım projelerinin bir çeşit sanat olduğunu düşünmeden edemiyorum çünkü sanatta olduğu gibi yazılımda da yaratıcılığın ve hayal gücünün önemli olduğunu ve talepler doğrultusunda sektörel bazda üretilecek olan yazılım projelerinin ulusal ve uluslar arası anlamda katkı sağlayacağına inanıyorum.

Şimdi başlayalım iş görüşmelerinde karşımıza çıkan sorulara…

Özellikle bilişim sektöründe işe alımlarda çok fazla karşımıza çıkan soru: “Yaptığınız ya da yapmayı planladığınız yazılım projelerinden bahsedebilir misiniz?”

İş görüşmelerinde takım halinde yaptığınız projeleri anlatmanız; Amacınız, kaç kişilik bir grupla yaptığınız, projedeki rolünüz, süresi, hangi teknolojileri kullandığınızdan bahsetmek önemli bir rol oynar.

Takımın bir Parçası Olmak

Tek başına proje yapmak yerine, projeleri takım halinde gerçekleştirmek bizlere farklı kazanımlar sağlayacaktır; Öncelikle yeteneklerimiz ve kabiliyetlerimiz doğrultusunda takımın içerisinde bir görev üstlenebilmek, grup performansının artmasına katkıda bulunacaktır. Onun için proje içerisinde yer alırken, neleri iyi yapabileceğinizi düşünüp ona göre sorumluluk almak çok önemli. İş görüşmesinde de bunu benimseyerek, aktarabilmek sizin gücünüzü gösterecektir.

Neden-Sonuç İlişkisi

İş görüşmesi esnasında, “Projede çalışırken, sorunlar yaşadınız mı?” diye bir soru ile karşılaşırsanız, mutlaka genel olarak çok ayrıntıya girmeden, dinleyeni çok fazla sıkmadan, az ve öz bir şekilde sorunun nasıl ortaya çıktığını ve sonuca nasıl ulaşıldığını, çıkarılan mesajı belirtmelisiniz. Bu yaklaşım sizin olaylara nasıl baktığınızı nasıl analiz ettiğinizi gösterir. Önemli olan sorunu da ayrı bir vaka olarak alıp, değerlendirmesini yapabilmek ve olayı neden-sonuç ilişkisinde değerlendirmek akışa anlam katacaktır.

Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki proje süresince takım içerisinde her ne kadar her türlü paylaşımı ve düzeni bir şekilde organize etseniz bile, iletişim çatışmaları, çeşitli problemlerle karşılaşmanız çok mümkün. Önemli olan olumlu ve olumsuz her andan bir mesaj çıkartmak ve ona göre de sistematik ilerlemek çok değerlidir.

Projenin Çıkmaz Sokakları ve Çözüm Önerileri

Örneğin üniversite öğrencileri kendi alanları ile ilgili bir proje yaparken, çıkan olumsuzluklar yüzünden, projeyi ertelemeleri ya da iptal etmeleri, proje bitimine yakın konuyu değiştirmeleri vb. konularla çok fazla karşılaşılmaktadır. Müfredat gereği, üniversite öğrencilerine proje yapmaları istendiğinde, mutlaka eğitmenleri ya da danışmanları proje yönetimi ve aşamaları hakkında bilgilendirmeli ve daha sağlam adımlar atmaları sağlanmalıdır. Sadece projeyi ödev olarak vermek yeterli değildir. Üniversite öğrencilerine ilerde okullarında yaptıkları projeleri iş görüşmesine çağrıldıkları zaman anlatabileceklerini ve bu projeler sayesinde iş fırsatları yakalayabileceklerini mutlaka vurgulanmalıdır. Sonuç olarak bir proje sayesinde öğrendiklerinizi büyük zorluklarla bile olsa hayata geçirmek, sizin gelişiminize katkıda bulunacaktır.

Ortak Kelimeler Yakalamak…

İş görüşmesine gideceğiniz firmanın hangi teknolojileri kullandığını, şu ana kadar hangi projeler üzerine çalıştığını mutlaka incelemeli ve sizin şu an sahip olduğunuz bilgilerle, deneyimlerle nasıl bir bağ kurmanız gerektiği konusunda bir ön çalışma yapmalısınız. “Neden bu araştırmayı yapmalıyım?” diye düşünürseniz çünkü, iş görüşmesinde ortak kelimeleri yakalamak ve onun üzerine konuşmak, paylaşmak önemlidir. Örneğin siz Java/ C#.NET ile ilgili bir projede çalıştıysanız ve iş görüşmesine gittiğiniz kurum da aynı programları kullanmayı tercih ediyorsa, o zaman ortak kelimeleri yakalayarak sohbet etmek iş görüşmesine boyut kazandıracaktır.

Sonuç olarak iş görüşmelerinde proje deneyimlerinizi aktarmak, paylaşabilmek sizin için farklı bir test olacaktır. Proje akışı içerisinde yaşanılanları mümkün olduğunca doğru hissedebilmek, anlayabilmek ve aktarabilmek önemlidir. Bu farkındalık sayesinde, iş görüşmelerinde, yaptığınız çalışmalar sizi en doğru ifade eden, pazarlayan unsurlardır.