Saturday, December 11, 2010

Gennady Rozhdestvensky'in yönetimi eşliğinde klasik müzik şöleni...


3 Aralık 2010 akşamı tesadüfen, hiç beklemediğim bir anda arkadaşlarımla birlikte Bilkent Senfoni Orkestrası'nın konserine gittik.

Günümüzün en büyük orkestra şeflerinden, Gennady Rozhdestvensky'in yönetimi eşliğinde, Rusya'nın en iyi genç kemancılarından biri olan Sasha Rozhdestvensky'i ve Çaykovski'nin tüm solo piano eserlerini kaydeden tek sanatçı Viktoria Postnikova'yı, P. Hindemith- Carl Maria von Weber'in Temaları Üzerine Senfonik Metamorfozlar'ı, F. Mendelssohn-Keman, Piyano ve Yaylı Sazlar için Konçerto'yu  ve P.İ. Çaykovski-Senfoni No.5, Mi minör, Op. 64'ü yorumlarken dinlemek, görmek, hissetmek muhteşemdi....

Bilkent Senfoni Orkestrası'nın çok kültürlü bir yapıya sahip olması, ulusal ve uluslararası boyutda sanatçılarla, şeflerle çalışması farklı bir disiplinel yapının varolduğunu göstermekte ve başarılı performanslarıyla ruhumuzu zenginleştirmektedirler. Resim sergisi dolaşırken nasıl görsel dünyamız gelişiyorsa, işitsel dünyamızın gelişmesi için konserlere gitmeliyizz diye düşünüyorum. Hem keyif almak hem de beynimizi- ruhumuzu açmak-eğitmek için...

Thursday, December 9, 2010

"Bizim Oralar"

41x42 cm, Tuval Üzeri Yağlıboya

15 yıl önce annem Zeki Serbest'in yukarda eklediğim resmini satın almıştı. Benim de Zeki Serbest'in eserleriyle tanışmam bu vesileyle olmuştu. 2010 yılında, Zeki Serbest'in "Bizim Oralar" isimli resim sergisinin organizasyonunda aktif olarak çalışmak, sanatçıyla tanışmak, resimleri üzerine konuşabilmek mükemmel bir duyguydu. Hepimizin içinde farklı özlemler var ve hepimiz özlemlerimizi kendi tarzımızla ifade etmeye paylaşmaya çalışıyoruz. Samsun Ladik doğumlu Zeki Serbest, güneşin ve denizin hakim olduğu İzmir'de yaşıyor ve resimlerinde kış günlerinin ürperten soğuğunu, kar fırtınalarının devamında, o sıcacık kiremitleri, dostluğu simgeleyen atları, kızakları ağaçları, insan figürleri ile bir ahenge dönüştürüyor.


"Sonsuzluğa giden boş alanlarda genelde tek başına anlam ifade etmeyen küçük bir benek, leke ya da çizgi, bütün içinde doğasal bir motif olarak anlam kazanmaktadır.
Tüm bunların ışığı altında, resimlerim tadı yarım kalmış geçmişimin anılarına özlemimi doyurma isteğimin yansımasıdır.

‘Bizim oralar”in atlı kızaklarının izlerinde kar firtınası, kar beyazının sonsuzluğunda... "
                                                                                                 Zeki Serbest

"Düne dair yansımalarla Zeki Serbest
Fizikötesel değil de insanca bir anlayışı muştulayan, yaşanılan güzelliklerin günümüze yansıması.

Işık ve renk oyunlarıyla, görsel etkiyi canlı tutan, çekici kılan öznel yorumlar, Serbest'in iç yaşantısında ki düşlemleri özlemleri anlatırken, nitelik ve niceliği sergiler.

Kış günlerinin ürperten soğuğu, kar fırtınalarının devamında, o sıcacık kiremitleri, dostluğu simgeleyen atları, kızakları ağaçları, insan figürleri ile varsıl bir armoniye dönüşür.

Issız ve sınırsız bir doğa kesitinde çok, kompozisyonun kuruluş serüvenindeki hızlı, coşkulu, spontan kuruluş ritmi izleyici'yi içine alır. Kendi yaşamındaki serüvene izleyici de dahildir artık. Mavi gökyüzünün, beyazla buluşmasında turuncular, sarılar da söz sahibidir.

Sanatın düşünsel alt yapıya oturan yaratıcı ve yorumsal bir anlatım biçimi olduğunu kavramış ve özgür biçem arayışların sürdüren Serbest, doğadaki değişimleri akıcı ve hızlı fırça vuruşları ile yakalamakta.

Saydam yansıtıcı yüzeyler üzerinde oluşan görüntü yanılsamaları, resmin bütününe renk, ışık ve leke olarak değe katmaktadır.

Düne dair özlemlerde Zeki Serbest, sanki biraz içimizdeki çoraklığı, soğuk soyutlamayı, kar beyazı ile kapayıp, yerine sevgiy ve birlikteliği yerleştirdiği kompozisyonları olarak sunuyor.

Yalınlık ve akıcılık onun vazgeçilmezi. Doğayı özümseyip, renklerle konuşması, özgünlük ve bireysellikle bütünleşen bı eylem olarak varlığını hissettiriyor.

İnsan ve doğa arasında paylaştığı şiirsel anlayış, onun yaşam felsefesindeki izleri duyumsamamıza neden oluyor."
Filiz Kımıllı - Sanat Tarihçisi




Zeki Serbest ile ilgili siteler:
http://lebriz.com/pages/artist.aspx?artistID=398&section=100&lang=TR&bhcp=1
http://www.zekiserbest.com/old/bio.htm
http://www.galeriarteo.com/?Sayfa=Ressamlar&Bolum=121

Friday, November 19, 2010

Annemin web sitesini yayınladık:)

Evde hepbirlikte çalışmak güzel bir deneyim oldu.
Şimdi ailecek iş geliştirme üzerine çalışıyoruz.
Ziyaret etmek isterseniz;
http://www.ozgulyesilbas.com/

Monday, November 15, 2010

The Concert (2009)

29. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin açılış filmi olan Paris'te Son Konser'i, 14 Kasım 2010 tarihinde izledim. Muhteşemdi. Sanırım birkaç kez daha seyredeceğim.

"Yönetmen Radu Mihaileanu, ülkemizde "Yaşam Treni" ve "Bir Şans Daha" adlı hafif dramlarıyla sinemaseverlerce biliniyor. Fransa'da gişe rekorları kıran "Paris'te Son Konser", melodramatik bir anlatımla yine aynı tarzı yakalıyor. Mihaileanu kimlik meselesini sorgularken bu kez mizahın dozunu artırıyor ve malzemeyi klasik müzikle harmanlıyor. 30 yıl önce, Bolşoy orkestrasının ünlü şefi Andrei Simoniovich Filipov, Yahudi müzisyenleri orkestrasında çalıştırdığı için kovulur. Şimdi ise Bolşoy’da sadece bir temizlikçidir. Bir gün tesadüfen, Chatelet Tiyatrosu’nun Bolşoy’u Paris’te çalması için davet ettiklerini öğrenir. Andrei, eski müzisyenlerini bir araya getirip Paris’te Bolşoy Orkestrası’nın yerine çalmaya karar verir. Solo keman sanatçısı olarak, Yahudi ve Roman olan eski müzisyenlerine genç virtüöz Anne-Marie Jacquet’in eşlik etmesini ister. Eğer hepsi de bu zor durumun üstesinden gelebilirse, bu çok özel konser onlar için bir zafer olacaktır."
Kaynakça: http://www.sinema.com/MediaPage.aspx?MediaID=103850&MediaType=172

Eat Pray Love



Filmi, 11.11.2010 tarihinde izledik. Bildiğimiz, hissettiğimiz, yorumladığımız şeyleri şimdi tekrar söylicem kusura bakmayın:) Tipik Amerikan yapımı, kendini her açıdan "kendi tarzıyla" iyi şekilde pazarlayan bir film (http://www.eatpraylove-movie.net/) , http://www.imdb.com/title/tt0879870/

Kendimizle ilgili çıkmazları çözmeye/anlamaya çalışırken, başka yerlerde aramaktansa, kendi içimize bakmalıyız. Aslında çok uzaklara gitmeye gerek yok ya da gitsek bile mesajları okumalıyız ya da okumayı denemeliyiz. Aklımızı ışık hızı kullanırken, kalbimizin pırıltılarını da unutmamalıyız...Yaşamdaki en önemli şey aslında "farkındaklık"

Keyifle Yemek Yediğimiz Yerler

Geçen yaz, arkadaşım sayesinde keyifle yemek yenilebilecek 3 yer keşfettim.
Birlikte yemek yemek, sohbet etmek güzeldi.

Arjantin Caddesi'nde Atar Sok. No:10 adresinde bulunan Sushico'da, Çin, Japon ve Tai mutfağını keşfetmek mükemmel bir duyguydu. Görsel şölen eşliğinde sunulan yemekler, mekanın atmosferi bizi bir an herşeyden uzaklaştırdı...


                                                         http://www.sushico.com.tr/


Japon çatal bıçağı:) ile yemek yemek çok alışık olmadığım birşey olduğu için, dürüstçe söylemek gerekirse, ilk başta zorlandım... 
 
Yolda Sushi yemeği sevip sevmeme konusunu anlık konuşurken, Sushico'ya gitme kararını  bir anda verdik. Genel olarak, yeni lezzetler keşfetmeyi sevdiğim için, önyargılı yaklaşmaktansa, denemeyi tercih ederimm. Hiç tereddüt etmeden.En güzeli...İyi ki yapmışız.




Emek 8. Cadde No: 189/A adresinde bulunan Orka Balıkevi. Daha önce Emek 8. Cadde taraflarında hiç yemek yememiştim. Butik, ufacık, temiz, aydınlık bir mekan. Çalışanları güleryüzlü. Her çeşit balığı rahatlıkla yiyebileceğiniz bir yer.



Özel bir günde, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 23 Nisan akşamı Yakamoz Diplomat Balık Lokantısı'na gittik. 250 kişilik kapasitesi olan, otopark problemi olmayan, Elmadağ manzaralı(akşam olduğu için görme şansımız olmadı) 40 yıllık balık lokantısında keyifle zamanın nasıl geçtiğini anlamadan yemek yedik. Klasik bir yer...Tavsiye edilir:) http://www.yakamozdiplomat.com/anasayfa.htm

Wednesday, August 18, 2010

Soul Kitchen



Yaklaşık üç hafta önce, bir pazar günü arkadaşımla Fatih Akın'ın Soul Kitchen filmini izledik. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan ve filmin nasıl sonuçlanacağını tahmin bile edemeyerek, merakla izledik, filmin kurgusuna ve içerik akışına hayran kaldık... Sonra netten film ile ilgili araştırma yaptık, müziklerini tekrar online dinledik.

Bakın Soul Kitchen'ın web sitesinde, http://www.soulkitchenfilm.com/, filmi nasıl ifade etmişler: "SOUL KITCHEN "aile olmanın" "dostlukların" "aşkın" "güven ve sadakatin" ne olacağı giderek kestirilemez hale gelen bir dünyada "yuva" denebilecek yeri korumak için verilen mücadelenin filmidir."

Hayata gelmek nasıl zorsa... başlı başına bir olaysa... hayatta kalmayı da başarmak, "kendince" önemsediğin değerlere sahip çıkmak ve onun için mücadele etmek de başlı başına bir iştir. Arkadaşım "cürümsüzdür" başlıklı yazısına eklediği alıntı bakın ne diyor: "....yaşamak soğuğun ortasındaki bir dağda buza saplanmiş küçük bir çiviye bağlı halatı tutmaktır. Onu bırakmak herşeyi hızlandırır ama aşağı yönde. İpe sıkıca tutunacaksın. Çünkü yaşamak direnmektir'' "....var olmak değildir yaşamak, var olduğuna ispat bulmaktır...."

Soul Kitchen filminde de dostlukların, aşkın, sadakatin ve güvenin, "yuva" kavramının kurgusal olarak ahenkli, heyecanlı ve şiirsel bir akışta aktarılması bizi derinleştirirken, Fatih Akın'ın yaşama dair ayrıntıcı bakış açısı, güçlü gözlemleri yanlız olmadığımızı bir kez daha bize gösterdi; Hamburg'da Soul Kitchen adlı restoranın sahibi genç Zinos, hem özel yaşamında hem de iş hayatında zorluklar yaşar; Kız arkadaşı işi gereği Şanghay'a taşınma kararı almıştır. Zinos'un iş yaşamı tamamen restouranta bağlı olduğu için, bu durum her iki tarafı da olumsuz etkilemekte, aynı zamanda restaurantta da işler aslında iyi gitmemektedir. Zinos kız arkadaşının veda yemeğine gittiği restaurantta, restaurantın şefiyle müşteri arasında çıkan kavga nedeniyle, restaurant yetkilisi şefi kovar. Kovulan şef Shayn ile tanışan Zinos, ona iş teklifinde bulunur. Bu anı neden anlatıyorum çünkü aslında Zinos'un yeni gurme şefi ile tanışması hayatını tamamen değiştirir...

Aslında, gurme şefi Shayn, genç restaurant sahibi Zinos'a, rutinleşen kalıplaşan hayatın bizleri nasıl robotlaştırdığını kendi yöntemiyle gösterir; Müşterilerin yeni gurme şefi, Shayn'ı, boykot ettiği sahne ve gurme sefinin olaya yaklaşımı, beden dili, yaptığı işi ne kadar ciddiye aldığını bir kez daha gözler önüne serer; Gurme şefi, Shayn, olmanın ona verdiği haz, onu yaşama güçlü bir şekilde bağlamaktadır. Neden derseniz? çünkü hayal edin; Ortaya çıkardığınız bir menü var ve restauranta yemek yemek için gelenlerin hiçbiri sipariş vermiyor...Bunun sonucu olarak, gurme şefi en sonunda müşterilere sorar: "Neden sipariş vermiyorsunuz?" der kızgın kızgın... Müşteriler de her zaman Soul Kitchen'da yemek istediklerini şeyleri yemek istediklerini söylerler. Aslında bu gerçek bizim kanımıza kadar işlemiştir; Kalıplaşmış ve tüketim odaklı bir toplum içerisinde yaşadığımızı ve baktığımızda her gün aslında benzer şeyler yediğimizi-öğüttüğümüzü, benzer yaşantılar içerisinde yok olup gittiğimizi gözler önüne sermektedir... Yeni tatlar denemek, yeni bakış açılarını yakalamak, yorumlayabilmek...çok mu kolay? çok mu zor?

Bazen yaşamda hiç tahmin bile etmediğimiz kişilere aşık olursunuz ve hiç tahmin bile etmediğiniz bir anda başınız dönüverir. İşte o anlardan birini, Fatih Akın esprili,duygusal boyutta kurgulamış; Hırsızlık konusunda mimli, Zinos'un kardeşi Moritz ve garson, Lucia ile yaşadığı tılsımlı aşk hikayesi; İki tezat ruh ve farklı dünyalara ait iki insan.....Soul Kitchen filmi sayesinde farklı kimliklere sahip iki ruhun birbirleriyle nasıl bütünleşebileceği bir kez daha ispatlanmış olur...

Yaşamı istediğimiz kalıplarda kurgulayıp, aşkı da bir "kalıba" koyup robotlaştırmanın imkansız olduğu gibi, herkesin de duygularını ifade etme şekli farklıdır diye düşünüyorum; Özellikle bir akşam Zinos, Moritz ve Lucia birlikte disko tarzı bir yere giderler...Lucia'nın müzik eşliğinde dans etmesine hayran kalan Moritz, müzik yapan çocukların yanına gider ve o aletlerin nasıl çalıştığını zekice sorar. Tabi ki doğal olarak olumlu bir cevap almaz ve kısa bir süre sonra mekana bir grup hırsız takımı gelir ve müzik aletlerini çalar:)

Restaurantın arka bölmelerinin birinde yaşayan, kirasını vermeyen/veremeyen, restaurantta pişen bütün yemekleri keyifle yiyen Tekne ustası Sokrates'in, Zinos'un kardeşinin kumar zaafı yüzünden restaurantı kaybetme eşine geldiği andaki desteği, paylaşımları hepimiz için mesaj olabilecek düzeydeydi.

Ayrıca, Fatih Akın, güçlü kamera açılarıyla, derinlikleriyle, özellikle mekan konusunda kendine has özellikleri olan yerleri seçmiş; Hamburg'da bir süre sonra kapanacak olan Mandarin Casino’su ve Astra Stube. Hamburg'un ilham şehri olduğu ve izbe bir yerdeki hangarı andıran mekânın bir anda harika bir gurme restorana dönüşmesi ve aynı yerde bir dans okulunun açılması kapitalin iki farklı dünyasını bir araya getirmekle birlikte hiç akla bile gelmeyecek bir başarının, güvenin, dayanışmanın varolabileceğini bizlere bir kez daha hatırlatıyor. Yaşamı sentezleyebilmek önemli…Bazen yaşadığımız mekanların zaman akışı içerisinde yok olup gideceğini kabullenmek istemeyip, onu kendimizde sonsuza kadar yaşatmak isteriz. Fatih Akın, bu kendine has özel mekanları Soul Kitchen sayesinde arşivledi...

Yaşamı tekrar tekrar sentezleyebilmek, yorumlayabilmek, kendi yol haritanı kurgulayabilmek en büyük mücade olmalı... Yaşamda ortak kelimeleri paylaşabileceğimiz insanları bulmak,aşkı yakalamak, aile kurabilmek önemli...
Ortak kelimeleri yakaladıklarımızlada bir anda aile oluverdiğimiz gerçeği de gözardı edilemez çünkü ruhlarımız bütünleşiyor...

Özellikle, Soul Kitchen'dan bahsederken, karakter bazlı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim. Mekanın kurgusuyla başarılı bir şekilde bütünleşen karakterler beni gerçekten çok etkiledi.Her karakterin, tıpkı bizler gibi, yaşama dair derin mesajları vardı. Umarım siz de filmi izleyince bu tılsımlı atmosferin içerisinde bir yolculuk yaparsınız...

Yaşamı rutinleştirerek yaşadığımızda aslında ruhumuzu kaybetmeye başlıyoruz. Onun için yaşama dair önemsediğimiz tılsımlara dair mücadele etmeliyiz...

Saturday, May 29, 2010

Zülfükar Sayın resim sergisi



Zülfükar Sayın
Sinağrit Karacadağ Mızıkasında Tual üzerine Akrilik 120x80cm 2010

Yaşamda herşeyden az çok etkilenmiyor muyuz? Etkilendiğimiz anlar üzerine ufak tefek yazıp çizmiyor muyuz? İşte o anlardan birinde olmak ve hissetmek mükemmel bir duyguydu...İnsanın kendine ait kimlik yaratabilmesi, yaşamı hissettikleriyle tekrar yorumlayıp, yazılarına, çizgilerine-desenlerine aktarması mükemmel bir duygu...

Diyarbakır doğumlu Zülfükar Sayın, "çocukluğunun geçtiği iki nehir arasındaki coğrafyanın mitlerini, söylencelerini, gizlerini birbirine biad etmeyen çizgi ve renkler aracılığıyla resimlerine taşıyor." Bu keyifli sentezlemeyi yaparken, doğu-batı hikayelerini başucunda saklıyor, yorumluyor...

29 Mayıs cumartesi günü Zülfükar Sayın'ın Sinağrit Karacadağ Mızıkasında isimli resminin nasıl ortaya çıktığını bizimle paylaştı: Sait Faik Abasıyanık'ın Sinağrit Baba isimli hikayesini okuduğu zaman çok etkilenmiş ve başlangıç olarak bu öyküden şiirsel bir tonda esinlenerek "Sinağrit Karacadağ Mızıkasında" isimli resmini kendi bakış açısıyla doğu-batı sentezlemesi yaparak hikayeleştirmiş ve tuvaline yansıtmıştır. Hikayeyi merak ederseniz: http://www.bydigi.net/hikayeler-denemeler/52959-sinagrit-baba-sait-faik-abasiyanik-ozet.html okuyabilirsiniz.

Zülfükar Sayın'ın resmi sayesinde, Sinağrit Baba hikayesini öğrendikten sonra Karaca Dağ'ı öğrenme şansım oldu. İnternette konu ile ilgili araştırma yapınca, bakın karşıma ne çıkıverdi:

"Güney Doğu Anadolu Bölge'sinin bu en yüksek dağı sönmüş volkanik bir dağ olmasının yanında Türkiye'nin en geniş alana yayılmış volkanik dağıdır. Şanlıurfa,Diyarbakır,Mardin arasında olan ve her iki ilin sınırları içine yayılan lavları ve oluşan kendine has taşları ile çok farklı bir görünümü var.

Doğu-batı hikayelerini, efsaneleri, söylencileri dile getirirken, canlı renkler; kırmızılar, sarılar, eflatunlar, yeşiller, sarılar kullanıyor ve her birinin kendine özgü esprili bir tonlaması ve geçişi var... Zülfükar Sayın'ın hayata dair duruşu enerjisi resimlerine yansıyor.

Bence sergi gezerken en değerlisi, resmi ilk gördüğünüzde size neler hissettirdiği... sonra da bir şekilde eser hakkında bilgi sahibi olabilmek farklı bir bakış açısı kazandırıyor. Resmin sihirli anlarıyla ilgili gelişimi & oluşumunu dinlemek benim farklı boyutlarda düşünmemi sağladı...bazen bir şiiri kendinizce çok seversiniz ama onun niçin ve nasıl yazıldığı bilmezsiniz ama sizin için farklı anlam taşır....sizi derinleştirir. İşte hep bilinen ve bilinmeyen tarafların bizi nasıl cezbettiği anlar...

27 Mayıs-22 Haziran 2010
Grup Sanat Galerisi
Ankara

Filinta Önal heykel sergisi



Şair babadan, heykeltraş oğul Filinta Önal'ın "edebiyatı" da heykel...

İnsan sevdiği anlarla bütünleştiği zaman, yaşamsal bir akış içerisinde, karşısına bağlantılı anlar çıkarabiliyor...işte size geçmişten bugüne beni derinleştiren, anlar...etkilenişler...

1993-1994 arası şiirle tanıştığım dönemlerde, oturduğumuz apartmanda, annem, Ahmed Arif'in akrabasıyla tanışma şansına erişmiş ve bunun paralelinde annemin yakın bir arkadaşı Ahmed Arif'in şiir kitabı "Hasretinden Prangalar Eskittim" isimli kitabını anneme hediye etmişti. Yıl 2010 ve ben Filinta Önal ile tanıştım ve kendisini, eserlerini keşfetme şansım oldu. Bakın nasıl gerçekleşti...

Filinta Önal ile Grup Sanat Galerisi'nde 07 Ocak-02 Şubat 2010 tarihleri arasında gerçekleşen Habip Aydoğdu resim sergisinde tanışma şansına erişmiştim. Sonra anneme Filinta Önal ile tanıştığımı ve Ahmed Arif'in oğlu olduğunu öğrendiğimi söyledim.
Annem de çok mutlu oldu. Bunu neden anlatıyorum çünkü geçmişten bugüne benim için çok özel bir geçiş oldu...

Bir gün, Filinta, galeriye mermerden yaptığı kadın heykeli getirdiğinde, ilk defa bir eseriyle tanıştım; Avuç içini doldurmayacak küçüklükte mermerden yapılmış bir kadın düşünün. Butik kendine has sihirli tonları olan bir çalışma...Kadın bedeninin yumuşaklığını, yuvarlaklığını mermer üzerinde yorumlamış olması beni çok etkilemişti.
Kendi diliyle edebiyatını eserlerine yansıttığını hissettim. Gözlerindeki ışıltı, yontuculuk ve heykel sanatındaki yaratıcılığı, buluşculuğu, derinliği sayesinde Filinta bizlere yaşama dair mesajlar veriyor...

"Maddeye ruh katan" Filinta Önal'ın eserlerini görmenizi çok isterim.

Filinta Önal hakkında bilgi aşaağıdaki linki tıklayabilirsiniz:
http://212.58.11.161/pages/artist.aspx?section=100&lang=TR&artistID=271&periodID=&pageNo=0&exhID=0&bhcp=1

Filinta Önal
"Taş ve Maden"
heykel sergisi
26 Mayıs-09 Haziran 2010
BatıBirlik Sanat Galerisi
www.batibirlik.com.tr

Tuesday, May 18, 2010

ONAY AKBAŞ resim sergisi



Eser adı: Büyüklere Masallar Yapım Yılı: 2010 Ölçüsü: 150x150cm

"Yapıtın bir yüzeyini tamamlamayıp geometrikleşen bir parça bırakarak resimlerin yapısını yenileyen bu dizi, resimsel bir kavram geliştirir. Renklendirilmiş diğerleri arasında cuk oturan, salt grafik bu kısım, bu soluklanma yerinde eksik kalanı imgelemeye çağrılan izleyici sararak kompozisyonun bağrında bir baş dönmesine yol açar...Turner ve Cezanne'ın tamamlanmamışlıkla ilgili resimsel deneyimlerine dayanan; 'Resmi yapan, izleyicidir' diyen Marcel Duchamp ve 'İnsan, tamamlanamamıştır' diye buyuran Friedrich Nietzsche'nin düşüncelerinden yola çıkan bu yeni serüven, her resmin gözbağcı doğasını sorgulamaktadır. Ve de her gerçeğin göreceliğini." Francoise Monnin, Paris, Mayıs 2009

"İnsan tamamlanamamıştır" sözünü ilk okuduğumda çok uzaklardaki bir arkadaşımın sözü aklıma geldi "kendimi anlayabilirsem, başkalarını da anlayabileceğim"

Resimsel boyutunu Onay Akbaş'ın resimlerinde kelimelerden uzak görsel şölenler olarak görmek ve hissetmek beni huzurlu kıldı.

Onay Akbaş sergisine TED Koleji'nden gün içerisinde grup grup toplam 200 öğrenci geldi. Öğrenciler pastel boyalarıyla, kağıtlarıyla Onay Akbaş resimlerinin önüne oturup, resim yaptılar. Çocukların doğallığı inanılmazdı. Büyük organizasyonlarda yetişkinlere yönelik, bize yönelik benzer etkinliklerde çalışmıştım ama bu seferki çok kendine özgüydü. Çocukların doğallığı, içtenliği, Onay Akbaş resimlerini yorumlayış tarzları inanılmazdı...



Eser adı: Van Gogh ve Rachel,Yapım Yılı: 2010, Ölçüsü: 150x150cm

http://www.onayakbas.com/ web sitesinden metinler bölümünü okumanızı çok isterim.



Onay Akbaş ile tanışma fırsatını yakaladığım için çok mutluyum.

Monday, May 10, 2010

Nasıl olsa...

Kişi: "Doğada yaşamak istiyorum..."
Başka bir kişi: "Doğada devamlı hiçbir şey yapmadan yaşarsan sıkılırsın...bak ağaçlara, bitkilere vb. onlar doğada kendi düzenleri içinde yaşıyorlar. Sen de bir şeyler bulmalısın. Tüm gün doğada oturup hiçbir şey yapmadan yaşamak çok sıkıcı olacaktır"
Kişi: "Evet hiç böyle düşünmemiştim. Aslında şehrin yoğunluğundan kaçmak için keşke doğada yaşasam diyorum. Baharın gelmesiyle açan çiçekleri bu karmaşanın içinde görünce içinde kaybolmak istiyorum. Nasıl olsa onlar her bahar çiçekler açıyor, nasıl olsa onlar hep orda var diyemiyorum. Ama onları görmekten çoktan vazgeçmiş kişiler var ya da onları geçmişte görmüş ya da hissetmiş ama eskisi gibi hissetmediğini bildiklerim de var. Peri masalı gibi düşünebilirsiniz ama anlık pırıltıları görmek ve görebilenlerle paylaşmak çok mu zor? Her gün aynı döngünün içerisinde yaşayıp gidiyoruz. Monotonlaşmamak için, sıkıcı olmamak için kendinin farkına varmak için keyifli anları yakalamak lazım. Ben bu aralar gerçekten keyifli anları yakalayabildiğimi düşünüyorum çünkü birlikte farkediyoruz. Nasıl olsa..."

Thursday, May 6, 2010

05-12 MAYIS ANKART 2010 ANKARA SANAT BULUŞMASI

5 Mayıs Çarşamba günü, Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde ANKART 2010 Ankara Sanat Buluşması'nın açılışına katıldık.

"ÇAĞSAV’ın 10. yılında Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlenen etkinliğe giriş ücretsiz. Hergün saat 11.00-20.00 arasında açık kalacak olan bu büyük sanat buluşmasında bu yıl Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Denizli, Antalya, Mersin’den galerilerle Balkan ressamlarının yapıtları yer alıyor. 12 Mayısa kadar devam edecek olan ANKART-2010 etkinliği çerçevesinde söyleşi ve paneller de düzenlenecek." http://www.cagsav.org






Gültekin Serbest


Ganco Karabacakov


Rabia Çalışkan
http://www.rabiacaliskan.com/

Tuesday, April 27, 2010

Robotlaşmadan Yaşamak

Ruhunu kaybetmeden, aşk tılsımlarını yok etmeden yaşamak çok mu zor?
İçtenlikleri yakalamak aslında çok mu kolay?
Varoluşu, yaşam tılsımlarını farketmek ve robotlaşmaya karşı durmak çok mu zor?
İnsanları olduğu gibi kabul etmek, varoluşun bütünlüğünü hissedebilmek çok mu zor?
Aslında varoluşun sihirli tılsımlarını anlık olaylarda görmeye hissetmeye başladığın zaman boyut değiştiriyorsun...
Bir şeyi gerçekten hissetmek yaşamı tekrardan tanımanı sağlıyor. Bu herşey için geçerli. Her hissettiğinin kendine özgü tılsımları var. Eğer gerçekten görmek, hissetmek ve yaşamak istiyorsan...ama sadece hissetmeden yaşamak istiyorsan o zaman ölümcül robotlaşmış bir evrene kendini sürüklüyorsun demektir. Hangisine daha çok ihtiyacımız var...bu fani dünyada?

Thursday, April 8, 2010

Satranç

İnsanın yaşamında hiç unutmadığı bazı anlar oluyor ve bu anlar karşımıza farklı farklı zamanlarda karşımıza çıkıyor. Geçmişten bugüne farklı linkler kurup tekrardan o an üzerine yoğunlaşıp neyi ne kadar isteyip istemediğini ya da ondan ne kadar uzaklaşıp uzaklaşmadığını görüyorsun. Bu herşey için geçerli. Bugun benim için önemli olan satranç oyununun bana bir şekilde neler hatırlattığı...

Satranç seneler sonra arkadaşım sayesinde karşıma tekrar çıkıverdi. Tekrar karşıma çıktı diyorum çünkü çok küçükken aile dostumuzun bana satranç oynamayı öğrettiğini hatırlıyorum. Ama sonra zaman aşımına uğradı. Daha sonra yaklaşık 2 sene önce kuzen bana satranç oynayıp oynamadığımı sormuştu. Sonra da bana kağıt üzerinde mantığını anlatmıştı. En büyük dayımız Istanbul'da halen ulusal ve uluslararası boyutta satranç turnuvalarına katılmaya devam ediyor. Bende de satranç CDsi var. Sanırım ilk başlangıç bilgisayarda olacak gibi gözüküyor.

Tuesday, April 6, 2010

Mürşide İçmeli Retrospektif Sergisi



Filiz Teyzem seneler önce ev hediyesi olarak bize Mürşide İçmeli'nin 1987'de yaptığı "Bir Avuç İnsan" isimli gravür çalışmasını hediye etmişti. Seneler sonra Mürşide İçmeli'nin retrospektif sergi organizasyonunda çalışmak benim için farklı bir yolculuk oldu...

Enlem 80 Yayınları'ndan Çağdaş Türk Plastik Sanatları Yayın Dizisi'nden Mürşide İçmeli ile ilgili kitabı okumaya başladım.

"Mürşide İçmeli sanat yaşantısında, grafik sanatının hemen her alanında yapıtlar verdi. Özgünbaskı resim afiş, takvim, dergi broşür, davetiye, plak kapağı kitap resimleri tasarladı ve gerçekleştirdi...." sayfa 22

"Geometrik Biçimler

Çalışmalarında mimariyi anımsatan daire, küre, üçgen, kare, dikdörtgen, dikdörtgenler pirizması gibi biçimleri öne çıkarır. Küresel biçimler dünyanın temel geometrisini çağrıştırır. Bu çekirdek birim ile çevresindeki insan kümelerinin ilişkisi, mekanik olanın organik, organik olanın mekanik bağlamda sorgulanmasına aracılık eder. Daire ya da çember sonsuz varoluşun evrensel simgesidir. Bu anlamda, tanrısal olana karşılık gelir. Başlangıç ve bitimi belli olmayan "yaşam"ın simgesidir..."

http://grupsanatgalerisi.blogspot.com

Tuesday, March 23, 2010

21. Ankara Uluslararası Film Festivali'nden

14 Mart Pazar ve 21 Mart Pazar, Ankara Uluslararası Film Festivali çercevesinde Batı Sineması'nda üç filme gittik.

zamanın nasıl geçtiğini anlamadan seyrettiğimiz filmlerin detayını paylaşmak istedim...

http://www.filmfestankara.org.tr/tr/festival/film/21/185/Isyan
http://www.filmfestankara.org.tr/tr/festival/film/21/160/Suc-Ordusu
http://www.filmfestankara.org.tr/tr/festival/film/21/161/Zamanin-Tozu

Tuesday, March 9, 2010

Ergin İnan resim ve heykel sergisi Ankara'da



Fotoğraf açıklama: Sanatçı Ergin İnan, eser boyutu: 65x85cm soyut resim
4 Mart 2010 tarihinde, Ergin İnan resim ve heykel sergisinin
açılışında çektiğim fotoğraf.

Ergin İnan resim ve heykel sergisi 25 Mart 2010 tarihine kadar Grup Sanat Galerisi'nde ziyaret edilebilir.

"Hangi gizli duygular ve tutkular üzerinde spekülasyon yapmanız gerektiğini saptamadıkça bir şey yaratmak olanaksızdır" Sergey M. Eisenstein

"Hemen her gerçek sanatçı, özünde bir dünya kurucusudur; yaşadığımızdan farklı, ama paydası ortak. Ergin İnan da belli konular çerçevesinde gelişen çeşitlemeler ile böyle bir dünya sunar bize; bir an için irkilmenin eşiğine gelsek bile, yine de cana yakın bir atmosfer içeriğinin her şeye egemen olduğunu görmekte gecikmeyiz; herkesin uyumlu bir işbirliğine girmeye yatkın olduğu bir dünya..."

Kaynakça:
Ergüven, Mehmet. Ergin İnan, Metin. Enlem 80 Yayınları, Haziran 1995.Ankara,
sayfa 9

Thursday, February 11, 2010

"Sevgililer'den Sevgililer'e" Karma Sergi

"Sevgililer'den Sevgililer'e" Karma Sergi 12 Şubat-3 Mart 2010
Ülkü Günay & Lütfü Günay Şükran Pekmezci & Hasan Pekmezci Gönül Akbay & Osman Akbay Aynur Ocak & Adil Ocak Çiğdem Buçak Telli & Hamdi Telli Senem Feyzoğlu & Emre Feyzoğlu Tarih:12 Şubat Cuma Saat:18.30-20.30
Dinleti:Yan Flüt ve Gitar Fırça Sanat Galerisi
Tel:0.312.438 60 08-09

Sevgiyle:)

Tuesday, February 2, 2010

Grup Sanat Galerisi'nde Adnan Turani Resim Sergisi

“Yarım asırlık sanat yaşamında, özgün yaratıcılığı ve benzersiz eserleriyle yalnız yurtiçinde değil, yurtdışında da isim yapmış nadir sanatçılarımızdan olan Adnan Turani, ressamlığının yanı sıra, sanat tarihi, sanat felsefesi ve öğretisi alanlarında da değerli eserler vermiş bir düşünür ve yazardır. Çağdaş Türk resminde ilk soyutçu kuşağın ardından, soyut resme kattığı şiirsellik, esneklik ve dinamizmle dikkat çekmiş, renk, biçim ve anlatım bakımından deneysel yöntemler içeren yapıtlar üretmiştir. Gerek sanat anlayışına getirdiği yenilikler, gerekse sanatsal yazın alanında verdiği eserler ve yetiştirdiği sanatçılar nedeniyle “hocaların hocası” ünvanıyla anılmaktadır.

Adnan Turani, çevresinde gördüklerini betimleyen bir ressam değildir. O, kendi deyimiyle, resimsel biçimlenmenin ilginç durumlarını saptamayı tercih etmektedir. Turani, resimsel biçimin anıtsallığında etken olan temel büyük bir motifin var olduğu ve bütünü oluşturan alt yapının bir biçim motifine bağlı olduğu kanaatindedir. Bu büyük temel biçim doğada yoktur. Onun resimlerindeki sanatsal yaratıcılık bu büyük alt yapıda gizlidir.”

Açılışını 04 Şubat Perşembe günü saat 18:30'da yapacağımız ve eserlerini büyük ilgi ve zevkle izleyeceğiniz Adnan Turani sergisini Grup Sanat Galerisi'nde 04 Şubat-02 Mart tarihlerinde ziyaret edebilirsiniz.

Tel: 0 312 442 76 52
E-posta : grupsanat@gmail.com
TURAN GÜNEŞ BULVARI
No 41/E Yıldız- Çankaya,Ankara

Friday, January 22, 2010

Habip Aydoğdu'nun Sergisi

Habip Aydoğdu'nun Düşler ve Bulutlar isimli resim sergisi 2 Şubat 2010 tarihine kadar Grup Sanat Galerisi'nde ziyaret edilebilir.

"Yaşadığımın farkına varıyorum çizerken. Kendimi ve hayatı sorguluyorum. Bazen her şeyi unuttuğum bir anda renklerin, çizgilerin kendiliğinden oluşturduğu yanılsamalar hiç düşünmediğim olanakları sunuyor bana. Çizgilerle düşünüp, renklerle konuşuyorum. Hiç ummadığım bir yerden, küçük ayrıntıların içinden bir çıkış yolu bulup arınıyorum düşlerimden" Habip Aydoğdu

http://www.habipaydogdu.com

Friday, January 8, 2010

"Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur"

“Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur…" Albert Einstein

Yaşama dair anlamlı adımlar atmak ve yaşamın sihirini gerçekten anlamak istiyorsak, ön yargılardan kurtulmalıyız diye düşünüyorum. Herkesin kendine ait olumlu veya olumsuz bir hikayesi var. Herkesin kendine ait yaşama dair duruşu var. Birbirimizi gerçekten anlamaya çalışmak ve ortak kelimeleri yakalamak istiyorsak, empati kurmalı ve ön yargılardan arınmalıyız.

İnsanlar birbirlerini yargılamadan önce, ilk önce kendine dönüp bakmalı ve ufak tefek düşünmeli, kendini karşındakinin yerine az çok koyup düşünebilmeli. Geçmişe ve geleceğe dair mesajlarını alarak yola devam etmeli. İnsanlar sahip oldukları önyargılarla ruhlarını sınırladıklarını düşünüyorum.

"Ön yargılardan arınmış, humanist ilişkiler kurmanız dileğiyle"

"Tahmin ve Kontrol"

Üstün Dökmen'in "Tahmin ve Kontrol" başlıklı yazısını okumak isterseniz, aşağıdaki linki ziyaret edebilirsiniz:

http://www.psikolojidunyasi.com.tr/ayinkonusu.asp